Gez Keyfim Gez © 2024

BUZUL, PEYNİR VE ÇİKOLATA; İSVİÇRE


Temmuz sonunda İsviçre bölgesine bir keşif turu düzenledik. Amacımız doğasını fotoğraflamaktı ama biraz fotoğrafın dışına çıktık :) Sizlerle paylaşmak için sabırsızlanıyoruz. Bu kısa gezimizin izlenimlerini aktarmadan önce, belki de ilk kez okuyacağınız bilgileri paylaşmak istiyoruz. Peki biz bu kadar bilgiyi neden veriyoruz? Alt tarafı İsviçre’nin doğasını keşfetmeye ve fotoğraflamaya gittik. Fotoğrafladığınız doğanın “bakıcılarını” tanımadan hikayenizi nasıl görselleştirebilirsiniz ki? Biz seyahat fotoğrafçıları olarak gerçekleştirdiğimiz keşiflerimizde bu düşünceden yola çıkıyoruz. Keyifle okumadan önce videomuzu izlemek isterseniz linkimiz ekte  :) 
 
 
JURASSİC PARK’IN İLHAM KAYNAĞI “JURA DAĞLARI”
 
 
Milyonlarca yıl önceydi... Bugün Alp Dağları ile çevrili ülkeler denizlerle kaplıydı. Bunu nereden anlıyoruz, tabiki bu bölgelerde yaşayan canlıların fosillerinden. Canlı demişken dinozorları kastediyoruz aslında. Geçmişin "devlerine" ait iskeletler, ki bazıları neredeyse 30 ton ve 21 metre boyutunda, dünyanın çeşitli yerlerinden elde edilen kazılarda gün yüzüne çıktı biliyorsunuz. Bir anda yok oldular. Farklı teoriler üretilmişti bu yok oluşla ilgili ama bilim dünyası dünyaya göktaşının çarpması sonucu tarihten silindikleri konusunda ortak bir görüşe sahip artık. Dinozor türlerinin %70’e yakını tamamen silinmiş yeryüzünden. Geri kalanı ise evrimleşerek, özellikle kuş ve sürüngen türleri, günümüze kadar gelmiş. Atalarına saygılarımızı sunuyor, sevgiyle anıyoruz :) Steven Spielberg’in ünlü film serisi Jurassic Park’ı izlemeyen kalmamıştır muhtemelen. “Jura” adının nereden geldiğine değinelim. Jurassic, jeologlar tarafından 200 milyon yıl öncesine tarihlenen döneme deniyor ve adını Fransa ile İsviçre sınırını takip eden Jura Dağları’ndan alıyor. Jura'da çok sayıda dinozor iskeleti kalıntısı bulunmuş. İlgilileri için bir müze önerimiz var; Aathal Dinozor Müzesi. Yakın zamana kadar dünyanın birçok yerinde iskeletler bulunsa da, kitaplara ve Jurassic Park filmine ilham kaynağı olan yer Jura Dağları bölgesi olmalı. İzlenme rekorları kıran filmin konu edildiği Jura, günümüzde Fransa’ya komşu olan ve fransızca konuşulan İsviçre kantonlarından biri.
 
Göktaşı çarpması sonucunda Buzul Çağı sürecine giren yerkürede iklim değişikliği ile birlikte canlı çeşitliliği de değişmeye başlamış. Tarih öncesi çağlarda (M.Ö. 3500-3200 yıllarında Mezopotamya’da Sümerler tarafından yazının icaadından önceki "Taş ve Maden Devirleri") insanlar toplu halde yaşamayı öğrenmiş ve avlanmışlar (insanlar hangi ara ortaya çıktı konusuna girmeyelim şimdi, çıkamayız oradan :p). Çakmaktaş Ailesi geliyor insanın aklına değil mi, bir de "yabba dabba doo" repliği :) Bu arada Antalya’daki Karain ve Samsun’daki Tekkeköy Mağaraları, Çatalhöyük, Truva, Mezopotamya bölgesi, Alacahöyük gibi antik bölgelerimiz de tarih öncesi yerleşim izleri taşıyor.
 
İRLANDA’DAN KÜÇÜK ASYA’YA
 
 
Gelin şimdi çağları atlaya atlaya gidelim ve size “korkusuz ve özgür” bir topluluktan bahsedelim; Keltler. “Korkusuz” Keltlerin çok geniş bir coğrafyaya yayıldığı (Küçük Asya’dan İrlanda’ya kadar), birleşik bir imparatorluk olmadığı, benzer kültürlere sahip bağımsız uluslar şeklinde yaşadıkları yazılıdır kaynaklarda. Herbirinin kendine ait “topluluk” isimleri var. Küçük Asya derken Türkiye kastediliyor ve buradaki Kelt kabilesine Galatlar deniyor. Balkanlardan gelip, Ankara (özellikle Tuzgölü çevresi), Çorum ve Yozgat taraflarına yerleşiyorlar. Istanbul’da da izlerine rastlanıyor. Hatta yazılı kaynaklar, en eski İstanbul semtlerinden biri olan “GALATA” adının Galatlardan kalma olabileceğinden bahsediyor. Romalılar “barbar” diyormuş Keltler için. Özelliklerini okudukça Game of Thrones dizisinde Yedi Krallık sınırlarının dışında yaşayan “Yabanıllar” ı anımsattı bu topluluk bize. Gerçekten öyle olup olmadıklarını bilmiyoruz. Grek ve Romalı tarihçilerin yazdıklarından yola çıkıyoruz.
 
"BEYAZ ALTIN" ; TUZ
 
 
Çağları atlaya atlaya geçeceğiz demiştik. M.Ö. 800’lü yıllardayız. Orta Avrupa’nın Demir Çağı’nda. Bu çağın demirin çeşitli alet ve silah yapımında kullanılmaya başlandığı arkeolojik bir çağ olduğunu biliyoruz ama biz size aslında aynı döneme denk gelen Hallstatt Kültürü’nden söz etmek istiyoruz.  Bu dönemde ticaret oldukça gelişmiş. Geniş tuz yataklarına sahip olduğu için en önemli merkezlerden biri Avusturya olmuş. Göl kenarındaki Hallstatt Köyü, günümüzde Avusturya’nın en masalsı ve en turistik bölgelerinden biri. İlgilenenler şu linkten daha detaylı bilgi edinebilirler : https://www.gezkeyfimgez.com/TR/duslerkoyu-hallstatt
 
Peki tuz neden önemliydi? Çünkü tuz sayesinde yiyecekler depolanıp saklanabiliyor, bozulmaları engelleniyordu. İşte bu madenleri kontrol edenler Keltler idi ve tuz bulunmayan bölgelere tuz ticareti yapıyorlardı. Tuz sevkiyatları için yollar inşa etmişlerdi. Gelişen ticaret ile zamanla zenginleşmişler. Elit sınıflar ortaya çıkmış. Kısacası Keltler demir ve tuz sayesinde yeni bir kültürün doğmasına vesile olmuşlar. “Beyaz altın” benzetmesi o dönemlerde tuz için kullanılmış. Para yerine bile geçmiş hatta. Onlar diğer uygarlıklarla bu ticareti yaparken, oralardan (özellikle Greklerden) da “zengin” gösteren kişisel eşyalar almışlar. Halk tabakası mı? Hepsi zanaatkarmış. Madencilik, tarımcılık, hayvancılık, dokumacılık… Her konuda geliştirmişler kendilerini.
 
İHTİŞAMIN SONUNA DOĞRU
 
 
Keltler zaman içinde nüfus olarak büyüyünce kıtlık baş göstermiş ve karakterler “değişmeye” başlamış. Keltlerin ihtişamlı devri nüfus patlaması sonucunda M.Ö. 400’lü yıllarda olumsuz etkilenmiş. Hallstatt Tuz Madeni de kapanmış. Yiyecek ve barınak sıkıntısı endişeleri arttırmış. Çözüm mü? En iyi bildikleri şey tabiki ; komşu toprakları istila etmek, yağmalamak ve göç etmek. Özellikle de Kuzey İtalya cazip gelmiş. Alp Dağları boyunca göç etmişler. Romalıların topraklarına kalabalık kabileler halinde giriş yapmışlar. Keltler Romalıların canını uzun süre yakmış. Muhtemelen o yüzden “barbar” denmiş Keltlere. Bu arada Greklere de paralı askerlik hizmeti sunuyorlarmış, hem de Romalılara karşı. M.Ö. 190’lı yıllara kadar zulüm altında olan Romalılar, Keltlerin çoğuna baskın gelmeyi başarabilmiş. Geldiklere topraklara dönenlerin sayısı fazlaymış. Dönmeyenler de Roma topraklarında asimile olmuş.
 
 
Ve sahne “Jül Sezar”ın… Sezar, Galya Savaşları (Galya=başta Fransa olmak üzere Batı Avrupa bölgesi) ile M.Ö. 50’li yıllarda Keltlerin sonunu yazmaya başlayan kişi tarihçilere göre. “Asterix ve Obelix” geliyor insanın aklına, tam bu dönemin Kelt kökenli Galya figürleri :) Keltlerle olan mücadele Sezar’dan sonra da sürmüş ve M.S. 80’li yıllarda yine Romalıların stratejik hamleleriyle etkileri tamamen silinmiş.
 
Günümüzde Kelt kültürünü Bretonya, Cornwall, İskoçya, Galler, Man Adası ve İrlanda gibi ülkelerde hissedebiliyoruz. Kısacası Keltler, tarih öncesi ve ilkçağ döneminde Avrupa'ya damga vuran, Grek ve Roma güçlerine tehdit unsuru olmuş halklar topluluğu olarak tarihe geçmiş. Kelt müziğini dinlemenizi tavsiye ederiz bu arada, mistik tarzları seviyorsanız hoşunuza gidecektir.
 
KENDİ KÜÇÜK ŞANI BÜYÜK İSVİÇRE
 
 
Temmuz sonunda gerçekleştirdiğimiz keşif gezimizde doğasına hayran kaldığımız İsviçre, en eski yerleşim yerlerinden biri. Daha önce de değindiğimiz gibi Keltler birçok kabileden oluşuyordu. Bunlardan biri İsviçreli halkın ataları olan Helvetler. M.Ö. 1. yüzyılda İsviçre’de yaşayan küçük bir kabile olmalarına rağmen oldukça uygar ve zenginlermiş (bütün Keltleri aynı kefeye koymayalım tabi, hepsi barbar değilmiş). Romalı tüccarlarla iyi ilişkileri varmış. Nehirlerin büyük kısmı ve İsviçre'nin eski şehirleri hala Kelt isimlerini taşıyor. Bu kabile oldukça zenginmiş, çünkü İsviçre'deki birçok akarsu ve nehir, yıkanabilen altınlar taşımış. Eski kaynaklarda, Helvetlere "altın bakımından zengin insanlar" denirmiş. Yani İsviçre o zamanlarda da maddi değeri yüksek "soylu" topraklara sahipmiş. Bugün de bankalara sahip :) Suya sabuna dokunmayan bir toplulukmuş. Günümüzde de öyleler :) 14. yüzyılda şekillenen modern İsviçre,“Confederatio Helvetica” yani “CH” adını bu kabileden almış. İsviçre Konfederasyonu 26 kantondan oluşan federal bir cumhuriyet. Dört ana bölgeye ayrılan bu küçük ülkede Almanca, Fransızca, İtalyanca ve Romanşça konuşuluyor. Tek bir ulus bilinci olmasa da ülkeye güçlü bir bağlılık duyuluyor ve kendilerine ulus adı takmak yerine, “Alplerde Yaşayanlar” diyorlar. En çarpıcısı ise sloganları; “Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için.”
 
 
İsviçre’nin bozulmamış doğasını görünce bu insanlarda nasıl bir bilinç seviyesi var böyle, bu nasıl bir doğa saygısıdır dedik. Meğer yüzyıllar önce doğaya ve canlılara kutsallık atfedilmiş ve çoğu bilmese de bu bilinci oluşturan “nöron bağlantısı” bugünün insanlarına taşınmış belli ki :) Başka bir açıklaması olamaz, biz bulamadık. Ülkede polise ihtiyaç yok, herkes polis zaten. Yanlışlıkla yasak bir yere park edin bakalım neler oluyor, ya da güzel manzarayı yakından fotoğraflamak için çimenlik alana girin :) Anında yanınızda bitiyor birileri, kendi dillerinde “yasak yasak!” diye söyleniyorlar. Yanlış anlaşılmasın fotoğraf çekmek değil, çimlere basmak yasak. Bu konuda biraz abartıyorlar, evet. 
 
AH AH ! BU DÜNYA İNSANLARI NASIL AFFEDECEK
 
 
İsviçre'nin jeolojik yapısı, milyonlarca yıl önce Afrika ile Avrupa arasındaki levha çarpışmasının sonucu olarak oluşmuş. Buzul çağda orta bölgelere kadar ilerleyen dev buz kütleleri tarafından şekillendirilmiş. Belki şaşıracaksınız ama İsviçre'nin bazı bölgeleri 60-100 yılda bir neredeyse 6 şiddetinde depremlere maruz kalma potansiyeline sahip. Alp Dağları ile çevrili ülkede, 2000 metre yükseklikte 3350'den fazla dağ zirvesi mevcut. En ünlüsü kuşkusuz 4478 metre yüksekliğindeki "Matterhorn". Ülkenin doğası buzullarla süslenmiş adeta. En büyük ve en uzun Alp Buzulu Bettmeralp Kayak Merkezi’ne yakınlığı ile bilinen, "Great Aletsch Buzulu"dur. Ne yazık ki İsviçre iklim değişikliği sebebiyle 19. yüzyılın ortalarından bu yana olumsuz etkilenen ülkelerden biri. Buzulların alanı yüzde 28 oranında azalmış. Su zengini olan bu küçüçük ülkede 1500 göl olsa da, küresel iklim değişikliği etkisini hızla arttırıyor. Sıcaklık oranı giderek yükseliyor. Buzul kayıpları, ülkeyi gelecek yıllarda içme suyu ve elektrik üretimi gibi alanlarda bir hayli zorlayacak gibi.  Tarımla uğraşanlar, ürün gamlarını değiştirmeye başlamış bile. Biz Temmuz sonunda kavrulduk sıcaktan. Isı 40 derecelerdeydi. Birçok yerde klima bulunmuyor. İhtiyaç duymamışlar şimdiye kadar. 
 
İsviçre tarihi, Alpler'in ortaya çıkışıyla başlıyor. Alpler, buradaki nüfusun duygularını, düşüncelerini ve eylemlerini, dolayısıyla İsviçre tarihini günümüze kadar şekillendirmiş. Buzulların geri çekilmesinden sonra, mağara sakinleri toplanmaya ve avlanmaya başlamış. Keltlerin kavimlerinden biri olan Helvetler topluluğu, bilinen ilk insanlardan. Ancak günümüzde Kelt kültüründen geriye pek bir iz kalmamış. M.S. 400'lü yıllarda gerçekleşen ve Avrupa’nın kaderini değiştiren "Kavimler Göçü" İsviçre'yi "çok dilli" bir ülke haline getirmiş. Bu göç, ülkelerin sınırlarını o kadar etkilemiş ki, göç ile birlikte ilkçağ kapıları kapanmış ve ortaçağ kapıları açılmış… Sonrası yeni imparatorluklar, fetihler, isyanlar, din savaşları, dünya savaşları vs vs…
 
İsviçre, iki dünya savaşını hasarsız atlatan ve 1800’lü yıllardan beri tarafsızlığını koruyan, hafife alınmayacak bir ülke, çünkü paranın en güvende tutulduğu bankalara sahip, nokta :) Bir de dağlık yapısı sebebiyle işgal edilmesi zor tabi. Zaten tünelleri o kadar uzun ki, başka yol yok. Siz bir uçtan girseniz öbür uçtan sizi yakalarlar, hatta tüneller olası bir işgale karşı patlatılmaya hazır şekilde tasarlanmış. Otoyolların bariyerleri sökülerek uçak pistine dönüştürülebiliyor, düşünsenize. Askeri hava sahası da yeraltında, nereden bulacaksınız? Askeri personel “alpin” metoduyla yetiştiriliyor, yani dağda. Yine dağlarda 9 milyona yakın insanın barınabileceği sığınaklar mevcut. Ülkenin tüm nüfusu kadar. Tamam savaşlarda tarafsız olmuşlar ama ruhlarında “keltlik” var hala sanki :) 2001 yılında ordu personelini azaltalım diye bir referandum yapmışlar ve halkın %77’si karşı gelmiş. Gerçi tarihinden ders alan insanlar geleceğini sağlam temeller üzerine kuruyor. Sonuçta ülkenin komşuları Almanya, Fransa ve İtalya. Onca hazırlığa şaşırmamak gerek.
 
Dünyada bayrağı kare şeklinde olan iki ülke var; İsviçre ve Vatikan. Üstelik Papa’nın kişisel korumalığını da İsviçreli askerler yapıyor. Kafalarda deli sorular :) M.Ö. 190’lı yıllara kadar Romalılara karşı savaşmaları için Greklere paralı asker sağlamışlardı hatırlarsanız.
 
GÜNÜMÜZDE İSVİÇRE DENİNCE …
 
 
*Yüzlerce çeşit peyniriyle dünya şampiyonu.
*İçtiğimiz hazır kahvenin mucidi Nestle’nin yuvası.
*CERN (Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi).
*Avrupanın en iyi matematikçileri.
*Devlet başkanı olmayan, doğrudan demokrasi şekli ile 7 üyeli konseyin yönettiği  tek ülke. 
*Dünyadaki banka kasalarının merkezi.
*En kaliteli saat markaları.
*En lezzetli çikolatalar.
*En iyi çakılar (Victorinox).
*Demir Çağı’ndan kalma bilgiyle olsa gerek, milyonlarca silahı mevcut.
*Suç oranı en düşük ülke (Olası bir savaş durumunda hazırlıklı olması için askerliğini yapan her erkeğe “askerlik silahı” veriliyor, yani buna rağmen)
*Yaşam kalitesi indeksine göre “yaşanacak en iyi ülke”.
*Ve tabiki "Heidi" kızımız.
 
GELELİM KEŞFETTİĞİMİZ GÜZELLİKLERE…
 
Uçağımız Zürih Havalimanı’na inerken ilk göze çarpan şey halı gibi dizili tarım alanları oldu. Temizlik hassas bir konu. Konserve kutuları bile yıkanıp öyle çöpe atılıyor. Temizlik seviyesini artık siz tahmin edin. Köy yollarından geçerken düşündüğümüz şey şu oldu ; Buralar tam fotoğraf cenneti. Hele ki manzara fotoğrafçısıysanız İsviçre’ye birkaç kez daha gitmeyi planlayabilirsiniz bizim gibi :) Yalnız yeniden değinmekte yarar var, yasak alanlara girmeyin, çimlere basmayın, park yasağı olan yerlere park etmeyin, trafik kurallarına %100 uyun !
 
LUZERN ŞEHRİ (LUZERN KANTONU)
 
 
En sembolik yapısı İsviçre’nin dördüncü büyük nehri olan Reuss Nehri’nde bulunan “Kapellbrücke”’dir ve Avrupa’nın bilinen en eski ahşap köprülerindendir. 1993 yılında yanan ve yeniden inşa edilen köprü aslında 14. yüzyıldan kalma. Üzerindeki su kulesi daha da eski. Fondaki dağ Pilatus Dağı. Gün batımında bize güzel bir sürpriz yaptı gördüğünüz gibi :) Luzern şehri, İsviçre’nin sosyal ve kültürel merkezlerinden biri.
 
HİRZEL TEPELERİ (ZÜRİH KANTONU)
 
 
İsviçre’nin en güzel doğal peyzaj alanlarından birindeyiz, Hirzel beldesinde. Bu bölge buzul birikintilerinden meydana gelmiş uzun tepeleriyle ünlü. Tekli ağaçların “rafine” görüntüsü insana huzur veriyor. Muhtemelen karlı manzaraları daha da güzeldir. Dengeli bir şekilde dağılmış olan köy evleri kadrajınızı hiç bozmuyor, aksine tamamlıyor.
 
APPENZELL KANTONU (WİLDKİRCHLİ MAĞARALARI)
 
 
 
 
Bu bölge en doğal ve en popüler bölgelerden biri. En yaşlı insan kalıntısı 45 bin yıl öncesine dayanıyor.  Hiçbir Kelt topluluğu burayı sahiplenmemiş aslında, herkesin uğrak yeriymiş. Romalılara da pek cazip gelmemiş anlaşılan. Muhtemelen sık ormanlı ve yüksek tepeli olduğundan. Yerleşimler ortaçağdan sonra başlamış. 17. yüzyıldan kalma mağara kilisesi, mağara kenarındaki 1860 yılında yapılan Aescher Misafirevi ve Seealpsee Gölü bölgenin en çok ziyaret edilen yerlerinden. Wasserauen Ebenalp’de bulunan teleferikle çıktıktan sonra misafirevine ulaşabilir ve devam ederek, patika yoldan Seealpsee Gölü’ne inebilirsiniz. Kolay bir iniş olduğunu söyleyemeyiz, iniş 2 saati geçiyor. Göl kenarından otoparka da 1-1,5 saat kadar yokuş aşağıya inmeye devam ediyorsunuz.
 
LANDWASSER VİYADÜĞÜ
 
 
 
İsviçre’nin iklim koşulları ve dağlık yapısı ulaşım imkanlarını uzunca bir süre zorlamış. 19. yüzyılda çözüm arayışına giden mühendisler, karmaşık bir demiryolu ağı geliştirmiş ve köprülerle desteklenen uzun tüneller inşa etmişler. Landwasser Viyadüğü bu yapılardan biri. 1902 yılında tamamlanan köprü, en bilinen köprülerden biri. Birçok dağ köyüne bu yolla ulaşılıyor. Şekli, James Bond (Skyfall) filmi sayesinde tanınmaya başlayan Adana’daki Varda Köprüsü’ne benziyor. Varda’yı da 1912 yılında Alman mühendisler inşa etmiş. “Landwasser” UNSECO Dünya Mirasları Listesi’nde yer alan tek köprü şimdilik.
 
LAVERTEZZO (TİCİNO KANTONU)
 
 
İsviçre’nin “italyan” kantonlarından biri olan Ticino’daki Lavertezzo sınırlarına girdiğimizde herkes İtalyanca konuşuyordu. 17.yüzyıldan kalma çift kemerli köprüsü (Ponte Dei Salti veya Ponte Romano Köprüsü) bilinen sembolik mirası. Tipik bir ortaçağ köprüsü. Tam karşısında 18. yüzyıldan kalma bir şapel var. Mostar Köprüsü’nde olduğu gibi “cesaretli” yüzücüler bu köprüden nehire atlıyorlar. Verzasca Vadisi’nde nehir kenarında bulunan Lavertezzo Köyü, değişik taş şekilleriyle göz dolduruyor. Turkuvaz renkli nehir suyuna ve onu çevreleyen eski taş binalara hayran kaldık.
 
FURKAPASS (URİ ve VALAİS KANTONLARI / DAĞ GEÇİDİ)
 
 
 
2.429 metre yükseklikte, hayranlıktan dilimizin tutulduğu, İsviçre Alpleri’nde bir dağ geçitidir Furkapass. Aşağılarda 30 dereceyi geçen sıcaklık bir anda 10 derecenin altına düşmüştü Temmuz’un ortasında. Romalılar zamanında bile ticaret yolu olarak kullanılmış bu yol. James Bond burada da karşımıza çıkıyor, hem de daha eski serilerinde. Biz en çok Rhone Buzulu ve “romanlardan fırlamış” gibi duran 1882 yılından kalma “ikonik” Belvedere Oteli’nden etkilendik. Otel 1960’lı yıllardan sonra müşterinin azalmasıyla kapanmış. Motorcular, dağ bisikletçileri ve spor araba kullanıcılarının da favori yerlerinden biri aynı zamanda bu geçit.
 
LAUTERBRUNNEN VADİSİ (BERN KANTONU)
 
 
 
Kuşkusuz en çok turist çeken, harika köylerden oluşan gezi lokasyonlarından biridir Lauterbrunnen Vadisi. Demiryollarının açılmasıyla birlikte gelişen turizmi sayesinde her mevsim cazibesini koruyor. Staubbach Şelalesi şimdidye kadar çekilen kaç fotoğrafı süslüyordur acaba? Dikey bir kayadan ve 300 metre yükseklikten akıyor. Üstelik bu şelale vadideki 72 şelaleden sadece biri. İlginç bir tesadüftür ki, vadide yaşayan tek Türk ile tanıştık :) Yolda yürürken konuşmamızı duyup yanımıza geldi Murat Gür ve işlettiği restorana davet etti. Bir muhabbet, bir muhabbet. Giderseniz mutlaka Hotel Schützen’e uğrayın. 
 
GRİNDELWALD (BERN KANTONU)
 
 
 
Lauterbrunnen bölgesine gittiğinizde mutlaka ziyaret etmeniz gereken yerlerden biridir Grindelwald. Birbirlerine yakın mesafedeler. Demiryolları ağlarının genişletilmesinden sonra turistik bir merkez haline gelmiş. Muhteşem dağ manzaraları eşliğinde huzurlu yürüyüşler ve “pastoral” fotoğraf çekimleri için çok elverişli. Alp manzaralı dağ köyleri gerçekten masal kitaplarında tarif edildiği gibi. Yağmur yağmaya başlayınca maalesef çok kalamadan geri döndük.
 
Biz dört güne ancak bu kadarını sığdırabildik. Üç gün daha eklenirse harika bir fotoğraf turu gerçekleştirmiş olursunuz. Bettmeralp ve Matterhorn aklımızda kaldı. Muhtemelen yeniden gideceğiz :)
 
AKLINIZDA BULUNSUN
 
*Bireysel gezmeyi düşünürseniz Zürih Havalimanı’ndan araç kiralayabilirsiniz. Hem ekonomik, hem de çok hızlı işlem yapılıyor.
*Pazar günleri marketler bile kapalı. Alışveriş yapmanız gerekirse yine havalimanındaki Migros’a girebilirsiniz. Pazar günleri açık ve fiyatlar havalimanı dışındakilerle aynı. 
*Restoran yemekleri pahalı, yemek ihtiyacınız için önerimiz marketten sandviç, peynir, salam, salata, içecek ve meyve almanız veya bazı marketlerin girişindeki salata barlardan faydalanmanız.
*Trafik kurallarına “ultra” düzeyde uyun, hiç affetmiyorlar.
*Ülkeye veda ederken yine havalimanındaki Migros’tan, özel çikolata reyonundan ucuza bol bol çikolata alın.
*Schengen vizesi geçerli ama para birimleri İsviçre Frangı.
 
Biz ilk keşif gezimizi bu şekilde tamamladık. Dedik ya, “kendi küçük, şanı büyük”. Muhtemelen yeniden gideceğiz çünkü İsviçre’nin birçok yeri aklımızda kaldı…