Gez Keyfim Gez © 2024

Işığın Binbir Yüzü


Ünlü bilim adamı Einstein'ın şu sözü ışığı tanımlamaya çalışan hemen hemen herkes tarafından vurgulanır: "Karanlık diye birşey yoktur, karanlık sadece ışığın yokluğudur." Bizler ışık sayesinde “görebiliyoruz” demenin manası var mı burada bilmiyoruz, herhalde yok :)
 
Işığı tanımlamadan önce ışığın kaynağı olan fotondan bahsetmemek elbette olmaz. Foton kısaca ışık parçacığı, taneciği ya da dalgacığı olarak tarif edilir. Kütleleri yok, sadece enerjidirler, yani elektromanyetik dalga yaratırlar. Bu noktada ışığın 3 temel özelliğinden söz edilir;
 
1. Frekans : İnsan gözü bunu renk olarak algılıyor
2. Şiddet : İnsan gözü bunu parlaklık olarak algılıyor
3. Polarite : Titreşim açısıdır ve insan gözü tarafından görülmez
   
Peki renkleri algılamamızda ışığın etkisi nedir? Renk, göz ile ışığın rezonansından oluşan bir algı süreci. Gözlerimizde ışığa duyarlı iletkenler mevcut. Üstelik ışığın yoğunluğunu gözlerimizi kısarak veya açarak ayarlıyoruz refleks olarak. Bu ışık girdisi sinir lifleri ile beynimize yönlendiriliyor ve objelerde renk algısı oluşuyor, aslında ışığı, çarptığı cisimler yansıtıyor. Fakat burada bir kısıtlama ile karşılaşıyor ve sadece belli aralıklarda görünmesi mümkün olan ışığı algılayabiliyoruz, buna "görünen ışık" diyorlar. Ya algılayamadığımız dalga boyları? Onlara morötesi (ultraviyole) ve kızılötesi (infrared) deniyor. Görünür olan ışığın dalga boyu kızılötesinden kısa ve morötesinden uzun. Güneş ışığı %47 kızılötesi, %46 görünür ışık ve %7 morötesi ışınımdan oluşuyor. Göz, sadece kırmızı, mavi ve yeşile tepki veriyormuş. Farklı renk birleşimlerini algılayan beynimizmiş. Daha da ilginç olanı, bu üç ana rengin birleşiminden "beyaz" doğuyormuş.
 
Kısaca ışık, kaynağından çıkıyor (güneş veya lamba farketmez), cisimlere çarpıyor, cisimler bu çarpmayı yansıma olarak gözlerimizdeki sinir liflerine yolluyor, bu bilgi beynimizde harmanlanıyor ve renk olarak algılanıyor. Ne müthiş bir sistem değil mi?
 
Buraya kadar olan süreç "görünen ışık" içindi. Peki "görünmeyen ışık" yani kızılötesi (infrared) ve morötesi (ultraviyole) neden bu kadar uzak duruyor ki bizden :) Görünmez ışığı 1800'lü yıllarda William Herschel, güneş ışığını incelerken tesadüfen keşfetmiş. Kırmızı rengin sıcaklığını ölçerken ötelerde bir kırmızı dalganın daha termometre değeri yükselmiş. Gözle görünmese de kırmızıya benzer olması sebebiyle bu renge infrared yani "kızılötesi" demiş. Keşfedilen diğer renk ise morötesi olarak adlandırılmış. Hemen kötü niyetli düşünmeyelim canım şimdi, bunlar göz yakar göz, iyi niyetlerinden uzak duruyorlar, yani biz böyle düşünmek istiyoruz :)
 
Birçok alanda olduğu gibi fotoğraf alanında da teknoloji ilerledikçe insanı hayretler içerisinde bırakan gelişmelere tanık oluyoruz. Bunlardan biri farklı aksesuvar ve filtrelerle elde edilebilen "infrared fotoğraflar". Bu fotoğraflar fazla ısıya karşı duyarlı olan bitki gibi nesnelerin kızılötesi ışığını nasıl geri püskürttüğünü gösteriyor (kendilerini korumak için tabi). Kızılötesi fotoğraflarda ağaç ve bitkilerin rengi bu nedenle soluk veya beyaz renkte olup, tek renkli yansıyorlar.
 
Sizler için "Gez Keyfim Gez" vizöründen çıkan kadrajlarla, "infrared" tekniği ile çekilmiş birkaç fotoğraf paylaşalım istedik :) Başka bir "gezegen" hissi uyanıyor insanda, ya da paralel bir evrende hayat bulmuş bir gezegen...