Gez Keyfim Gez © 2024

Bafa Gölü’nde Gizlenen Ayak İzleri


“İnsanların soyu bir yandan filizlenir, bir yandan silinip gider” demiş Homeros yüzyıllar önce Ege’nin dalgalarını sayfa sayfa okuyarak…
 
Ege’nin antik bölgelerinden elde edilen arkeolojik bulgular, yerleşimlerin M.Ö. 6000’ li yıllarda başladığına işaret etse de, biz derlememize M.Ö. 11-12. yüzyılda gerçekleşen ve tarihin en büyük göçlerinden biri olan “Ege Göçü” ile başladık.
 
Doğu Avrupa’da nüfus artışına bağlı olarak insanları zorlu koşullara iten bir kıtlığın yaşandığını hayal edin. Burada yaşayan halkları göç etmeye zorlayacak kadar büyük bir kıtlık. Göç ettikleri yerlerin yerleşik halklarını yerinden yurdundan edecek kadar da kalabalıklar. Bu topluluklardan biri eski Makedonya bölgesinde yaşayan Dorlar. O dönemde Makedonya’da yaşayan bu ırk, şimdiki ırk ile aynı değil diyor tarihçiler. Şimdiki halk Slav ırkından geliyor, eski Makedonların  ise Yunan kökenli oldukları rivayet ediliyor. Dolayısıyla bir eski, bir de modern Makedonya kanısı mevcut. Dorların Yunanistan ve Ege bölgelerine istila yoluyla gerçekleştirdikleri göçler, ki buna tarihte “Dor İstilası” deniyor, Yunanistan’da yaşayanların Ege kıyılarına kaçmasına neden oluyor. Dorlar bu istilalarıyla Yunanistan’da M.Ö. 18. yüzyılda kurulan Miken Uygarlığı’na, M.Ö. 11. yüzyılda son vermiş oluyorlar. Bu göçler çok önemli, çünkü kaçan halkların Ege kıyılarına yerleşimleri, Truvalıları ve Hititlileri de yerinden ediyor. Peki Dorlar’ı kim yerinden etmiş diye sorarsanız, muhtemelen Trak toplulukları cevabını alırsınız. Traklar, Büyük İskender topraklarını ele geçirene kadar Batı Trakya, Bulgaristan, Güney Romanya, İç Batı Anadolu ve Kuzey Yunanistan’da yaşamışlar. Bunun en büyük kanıtlarından biri 2000’den beri Tekirdağ’da yürütülen kazı çalışmalarında bulunan 5 bin yıllık “Heraion Teikhos Kenti”. Kazıyı yapanlar hem Trak, hem de Yunan kültlerinin birarada yaşanmış olabileceğini düşünüyor. Antik kentin, M.Ö. 3 bin yılı başından M.S. 13. yüzyıla kadar yerleşim yeri olarak kullanılmış olabileceği öne sürülüyor. Kabileler halinde yaşayan Traklar, hayatlarını çok geniş alanlarda sürdürmüşler. Hintlilerden sonra tarihe geçen en kalabalık halk olarak biliniyorlar. Büyük İskender’den sonra bu kadar kalabalık bir topluluğun neden asimile olduğu ise, birlik bilincinden yoksun ve tek krallık yerine birçok krallıkla yönetilmiş olmalarına bağlanıyor.
 
 
Ege’de bilimin ve felsefenin tohumları ekiliyor…
 
“Dor İstilası” nın sebep olduğu bu göç dalgası sonucunda çok fazla topluluk Ege’ye göç etmiş ama biz uygarlık tarihine damga vuran, ticari koloniler kuran antik Yunan kökenli İyonlar’dan söz edeceğiz size. M.Ö. 12. yüzyılda Truva Savaşı’ndan sonra İzmir ile Milet arasına konuşlanan İyonlar’ın yeni yurdu, aynı zamanda Homeros gibi antik dönem filozoflarının yetiştiği bölge. 1500 yıllık süreç içerisinde dünya tarihinin sosyal, bilimsel, sanatsal, ticari ve kültürel gelişimlerine liderlik etmişler. Liman kentleri kurmaları sebebiyle uluslararası ticarette söz sahibi olmuşlar. M.Ö. 650-545 yıllarını kapsayan Ege’nin Altın Çağı’nda İyon kentleri, uygarlığın atası konumundaydılar. Bu çağ ne yazık ki M.Ö. 545 yılında Pers egemenliğine geçince son bulmuş. Filozoflar ve sanatçılar Yunanistan ile İtalya’ya göç etmek zorunda kalmışlar. M.Ö. 30-M.S. 395 yıllarında Ege Bölgesi Roma İmparatorluğu himayesine girmiş.
 
M.Ö. 1000'li yıllarda kurulduğu tahmin edilen şehir devletlerinin de sahibiydi İyonya Uygarlığı. Efes, Milet, Güllübahçe, Gümüldür, Sığacık, Urla, Foça, Çeşme, Avşar, Değirmendere, Sisam, Sakız ve daha sonra katılan İzmir ile Bodrum bu şehirlerdendi. Özellikle Aydın/Söke’de bulunan antik liman kenti Milet, deniz ticareti ve kurulan koloniler sayesinde zenginleşerek, İyonya’nın başkenti olmuş. Ancak Batı Anadolu’nun en büyük nehri olan Büyük Menderes, Milet’in sahil şeridini alüvyonlarla doldurunca, kent denizden 10km içeride, tarla içinde kalmış.
 
Güneyinde Büyük Menderes, kuzeyinde Gediz Nehri, doğusunda Lidya, güneyinde Karya ve batısında Ege Denizi “komşuydu” İyonya’ya. Tarihte ilk kent devletini kuran uygarlıktı. Her kentin özgür bir yönetime sahip olması zaman içinde siyasi ve askeri boşluğu beraberinde getirmiş, M.Ö. 6. yüzyıldan sonra sırasıyla Lidya, Pers ve Roma Krallığı’na bağlanmalarına sebep olmuş.
 
Dünyada bilimin, felsefenin, sanatın, eğitimin ve ticaretin gelişmesine büyük katkı sağlayan İyonya Uygarlığı’nın günümüz latin alfabesinin de atası olduğunun altını çizmek gerekir. Bu toprakların yetiştirdiği Thales, Homeros, Chilon, Bias, Herakleitos, Pythagoras, Anaksagoras, Herodot ve daha nice düşünürün ektiği tohumlar günümüzde hala yeşermekte. Kimi kaynaklar bazı Yunanlı bilim adamlarının, gelişmişlik tarihi antik Yunan’dan çok öncesine dayanan, Antik Mısır’da eğitim aldıklarını yazar. Sonuç olarak Yunan ve Roma Uygarlıkları’nın temelini M.Ö. 6. yüzyılda Ege Bölgesi’ne altın çağını yaşatan İyonlar attı denebilir.
 
"Gökler yırtılıp açılır, tekmil yıldızlar görünür, ferahlarmış yüreği çobanın…"
 
 
Ege Bölgesi’ni üne kavuşturan, İyonya bölgesine komşu olan ve Karya bölgesinde bulunan Latmos, yani Beşparmak Dağları’nın mitolojik hikayesi aslında; Selene ve Endymion. Efsanelerin veya mitolojik hikayelerin çoğunun ortak noktası, doğanın ihtişamı karşısında hissedilen yüce duygular. Bunlardan biridir "Selene ve Endymion" un aşk hikayesi. Selene antik Yunan tarihinde bir ay tanrıçasıdır. Her gece, tarihteki adı Latmos olan Beşparmak Dağları'na yansırmış ışığı. Endymion ise kavalından çıkan tınılarla her geceye büyülü anlamlar yükleyen bir çobanmış. Sürüleri dinlenirken, o ayın ışığını Selene'nin suretinde canlandırır, gecelerini Latmos'un yamaçlarındaki mağarada geçirirmiş. Çobanın ezgileriyle yükselen Selene de çobana aşıkmış. İyonya’lı ünlü antik çağ ozanı Homeros'un tasvir ettiği gibi, "gökler yırtılıp açılır, tekmil yıldızlar görünür, ferahlarmış yüreği çobanın". Onları izleyen tanrıların en büyüğü Zeus bir gün dayanamamış ve çobana bir dilek hakkı tanımış. Cevap sonsuz bir uykuyla ölümsüzlüğe giden "Selene" aşkı olmuş. O gün bugündür mağarada sonsuzluğa gözlerini yuman çoban, Bafa Gölü’ne yazılmış bu hikayeyle anılmaya devam ediyor...
 
Bir bölümü Aydın, bir bölümü Muğla ilinde bulunan Beşparmak Dağları, hıristiyan keşişlerin putperestlerden kaçtıkları bir sığınakmış aynı zamanda. Anadolu’nun en büyük manastır merkezlerinden biri sayılmış bu belde. Ancak 1071 yılında Bizanslıları yenilgiye uğratan Anadolu Selçuklu Devleti’nden sonra, Türkmenler yerleşmeye başlamış ve dini bir merkez olan “Latmos” sessizliğe bürünmüş.
 
Berlin Alman Arkeoloji Enstitüsü araştırmacılarından arkeolog Dr. Anneliese Peschlow, 20 yıl sürdürdüğü “Latmos Projesi” araştırmalarında birçok bulguya rastlamış. En erken dönemden Osmanlı’ya kadar olan yerleşimlerin araştırılmasını kapsayan projede, 1994 yılında Batı Anadolu’nun erken dönemlerine ait 8000 yıllık kaya resimleri bulunmuş ve dünyadaki örnekleri ile kıyaslandığında, “benzersiz” olarak nitelendirilmiş. Çünkü benzerlerinin aksine ana teması hayvan figürü ve savaş değil, aile ve toplum.
 
Antik çağlarda Büyük Menderes Nehri, eski bir körfez olan Latmos’tan dökülüyormuş. Ancak nehir burayı da alüvyonlarla denizden ayırmış ve doğal bir set gölü oluşmuş; Bafa Gölü. Günümüzde Kapıkırı köyünde bulunan gölün kenarında hala antik kent kalıntıları mevcut. Bir yanınızda Büyük Menderes Nehri’ne küsen eski Latmos Körfezi’nin sessiz maviliğe bürünmüş hali yani Bafa ile, bir yanınız Beşparmak Dağları ile, bir yanınız ise Antik Herakleia Kenti ile sarılıyor bu topraklara ayak bastığınızda.
 
 
Bafa Gölü, Ege’nin en büyük gölü. Gecelerden kalma dinginliğini ay tanrıçası “Selene”e borçlu. Arkeolojik değerinin yanında kuş türlerinin zenginliği de bu değerini uluslararası boyuta taşımış. "Heraklia ve Latmos" un antik izleri, 1. derecede sit statüsüne taşımış Bafa Gölü'nü. Doğru zamanda ziyaret ederseniz, tanık olacağınız ilk şey, sessizlik olacaktır. 
   
Ege’nin son sayfasını çevirirken, “insanların soyu bir yandan filizlenir, bir yandan silinip gider” diye tekrarlıyordu Homeros… Endymion’un göz kapakları kapanıyordu…