Gez Keyfim Gez © 2024

LALEZAR


“Can, hep o lale bahçesinden söz açmaktadır...” (Mevlana Celaleddin-i Rumi)
 
Nisan ayı baharı müjdelerken asırlardır “lale” bitkisi ile anılır topraklarımızda ve özellikle de Istanbul’da. 12.yüzyıldan beri süsleme motifi olarak kullanıldığı söylenen bu narin bitkinin asıl vatanının Orta Asya (Pamir, Hindukuş, Tanrı Dağları) olduğu ve Anadolu’ya getirildiği yazılıdır kaynaklarda. Hem Hunların, hem de Uygurların aksesuarlarında görülmekle birlikte, lale kültürünün Anadolu’ya Türkler tarafından getirildiği konusunda tarihçiler hemfikir.
 
 
Lale kültürü çok eskilere dayansa da, asıl yansımasını 16-18. yüzyıllarda Osmanlı döneminde görmeye başlıyor, 1718-1730 yıllarında devletin birçok alandaki gelişimine vesile olan III.Ahmet ile birlikte daha da fazla anıyoruz. "Lale Devri" olarak anılan bu dönemde lale motifi sadece süs bitkisi olmaktan çıkmış, ruhunu mimariye, edebiyata, çini sanatına, kumaşlara, kısacası hayatın her alanına yansıtmış. En gözde yerleri “lalezar” yani lale bahçeleri ile duyguları coşturan “lalename” yani lale şiirleri ve nesirleri dönemin vazgeçilmezleri olmuş.
 
 
Lale bitkisinin Avrupa’ya tam olarak ne zaman götürüldüğü bilinmiyor. 15-16. yüzyılda Avrupa’da tanınmaya başladığı söyleniyor. Hatta 16.yüzyılda Kanuni Sultan Süleyman’ın Hollanda Kralı’na lale çeşitlerinden gönderdiği yazılı. Günümüzde dünyanın en fazla lale üreten ülkesinin Hollanda olması muhtemelen buna dayanmakta. Bir dönem Avrupa’da o kadar aranan bir bitki olmuş ki, lale soğanlarına servet harcamışlar. Lale zengini birçok tüccar türemiş Avrupa’da.  Bu noktada sadece Osmanlı Devleti’nde değil, 17. yüzyılda Avrupa’da da bir "Lale Devri"nden söz etmek yanlış olmaz, ki onlar o döneme “Tulipomania” demişler. Bu bir tür bağımlılık mıdır bilinmez ama tarih bu dönemden “lale çılgınlığı modası” diye bahseder. Giderek yükselen fiyatlar laleyi daha da değerli kılarak, bazı Avrupalı tüccarları “lale zengini” yapmış. Özellikle Hollanda’ya giden lale soğanları, melezleme yöntemiyle çeşitlendirilmiş ve Osmanlı Devleti’ne rakip olunmuş. Ne yazık ki bir süre sonra Osmanlı Devleti laleleri Hollanda’dan ithal etmeye başlamış. 18.yüzyılda gözü açılan Osmanlı Devleti nihayetinde bu gelişimi örnek alarak, lale ticaretini başlatmış ve bu başlangıç “Lale Devri” ne geçişi sağlamış.
 
 
Zevk ve sefa dönemi olarak da anlatılan “Lale Devri”, Avrupa’da toprak kaybına uğrayan Osmanlı Devleti’nin 1718 yılında Avusturya ile imzalanan Pasarofça Antlaşması ile başlıyor ve 1730 yılında Patrona Halil İsyanı ile son buluyor. Dönemin Padişahı III.Ahmet, Sadrazamı ise İbrahim Paşa. Aslında  döneme bu isim çok sonra veriliyor. “Lale Devri” adı, aynı isimli kitabının yayınlanmasıyla Ahmet Refik ve Yahya Kemal Beyatlı tarafından veriliyor, yani dönem “Lale Devri” adını 200 yıl sonra almış.
 
 
III. Ahmet’in, sanat, eğitim ve toplum bilincinde yarattığı devrimdir “Lale Devri”. Savaşlardan sonra dalga dalga yayılan bir barış ve huzur dönemi. En güzel eserler bu dönemde inşa edilmiş. Bahçeler, saraylar, kasırlar hep lalelerle süslenmiş. Avrupa ile sağlanan olumlu ilişkiler sayesinde matbaa, sağlık, itfaiye, seramik sanatı, kağıt fabrikası gibi birçok alanda gelişmeler görüyoruz. En önemlisi ise bir Çeviri Konseyi’nin kurulup, enstitüleşme tohumlarının atılması olmuş. Aslında batıda başlayan bilimsel gelişimlerden istifade etme bilincidir bu eğilim. Ancak zamanla özellikle sarayda yaşanan israf ve toplum geleneğine uymayan eğlence şekilleri sebebiyle halk rahatsız olmaya ve ekonomik olarak etkilenmeye başlamış. Küçük çaplı ayaklanmalar yerini bir yeniçeri olan Patrona Halil’in isyanına bırakmış. Nihayetinde Sadrazam İbrahim Paşa idam edilmiş, III. Ahmet ise tahttan indirilmiş. Lale Devri’nin bu şekilde son bulmasıyla yeniden savaşlara maruz kalınmış. “Lale” ye ne mi olmuş? Uzun süre unutulmuş. Devlet ve halk o kadar fakirleşmiş ki, ne laleye hal kalmış ne de zevk ve sefaya. Avrupalı insanların çiçeklerle bezenmiş sokaklarını, bahçelerini, saraylarını öve öve bitiremedikleri görkemli Osmanlı Sanatı'nın yerini harabeler almış.
 
 
1959 yılından beri başta Emirgan olmak üzere, özellikle İstanbul’un çeşitli yerlerinde düzenlenen festivallerle bu çiçeğe gerekli ilgi tekrar sağlanmaya çalışılıyor. Ancak şunu da söylemeden geçemeyeceğiz; Bir dönem saraylısından halkına kadar bu denli zarif zevklere sahip ve bahçelere, sokaklara gözü gibi bakan bir nesilden, kendi çöpünü bile toplamaktan aciz bir nesile nasıl dönüşüldü, anlamakta zorluk çekiyoruz…
 
 
Fotoğrafların tamamı GEZ KEYFİM GEZ vizöründendir :)